18 Mart 2015 Çarşamba

İDAM CEZASI MI SUÇUN İDAMI MI?

Yazı ilk olarak şu linkte yayımlanmıştır; http://gezite.org/idam-cezasi-mi-sucun-idami-mi/

Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesi, bir kez daha toplumun üzüntü, acı, nefret ve öfke duygularını yoğun biçimde harekete geçirdi. Tüm bu vahşete dair bir çok şey söylenmiş durumda. Biz biraz teşhis ve tedaviye yoğunlaşmak istiyoruz.



Toplumun vicdanının yoğun biçimde yaralandığı durumlarda genelde iki eğilim öne çıkıyor.
  1. Cezai yaptırımın arttırılması ki elbette kastedilen idamdır.
  2. “Farkındalık” çalışmalarının önemi.
Hırsızlık, cinayet, tecavüz gibi suçların cezai yaptırım arttırılarak azaltılması ya da çözülebilmesi henüz tarihte gerçekleşmiş bir hadise değil. Hiç bir kriminolog ya da hukukçu -suça karşılık cezanın arttırılmasını talep etse dahi- cezanın arttırılmasıyla suçun ortadan kalkacağını ya da azalacağını iddia edemez. İdam cezası talebi şu anlama gelir; bir suçlu vardır, suçlu işlediği suç karşılığı idam edilir. Bu idam ile toplumun alev alev yanan vicdanına bir çay kaşığı su serpilir. Toplum vicdanen rahatlar. Fakat mevcut düzen, suç ve suçluyu üretmeye devam eder. Dolayısıyla en temelinde bu talep, suçun önlenmesine, yeni acıların ortaya çıkmasının engellenmesine değil, toplumun vicdanını rahatlatmasına yöneliktir.

Oysa koşullar suçu yeniden ve yeniden üreten endüstriyel bir makine gibi orada durmaktadır. Çark döner, suç ürer, suçlu cezalandırılır, toplum rahatlar, çark yeniden döner. Koşullar değişmedikçe suç olacak, sistem suçu bireyin üzerine “vahşi, katil, hırsız” naraları ile yıkacak, eller temiz kalacaktır. Peki asıl olan toplumun vicdanının rahatlaması mıdır, suçun ortadan kaldırılması mı?

Koşullar nelerdir?

Mevcut yapıda “mülk edinme, özel mülk, mülkiyet ilişkisi” belirleyendir. Bu fikri hat üzerinden bakacak olursak; erkek burjuvazi, kadın işçi, çocuk –yaşamını belirleyecek tek kader olarak- hangi cins olarak doğduysa, ileride o cinsin kaderini yaşayacaktır. Erkek, mülk edinme, kadını bir üretim aracına dönüştürme (sermayenin işçiyi bir üretim aracına dönüştürmesi gibi) imtiyazına sahiptir. Elbette burjuva devlet yapısı, konumu gereği  sermayeyi / erkeği (milli güvenlik gerekçesiyle bir grevi yasaklaması gibi) kollayacaktır. Her şeyi metalaştıran koşulların, hazzı metalaştırmaması mümkün mü? Metalaşan haz bir tüketim nesnesi haline gelir, imtiyazlı olan sınıf (erkek), mülkü haline gelmiş (kadın) üzerinde haz tüketimini “doğal bir hak”, ulaşamadığı durumlardaysa “zor kullanımını” meşru görür. “Sınıfsal konumu” sebebiyle katledilen kadınların sayıları, bir savaş meydanını andırır.

Muhafazakarlık ya da Tüketim Toplumu

Yine kadın sorununda çok temel, muhafazakar bir bakış açısının payı olduğu çok dillendiriliyor ki doğrudur ama eksiktir. Elbette her alanda olduğu gibi, kadın sorununda da mevcut koşullarda dini bir ideoloji tedavi üretmeyi bırakın, yangını harlıyor. Fakat şunu da sormak gerekir; kadını “bir üreme aracına, haz tüketilecek metaya/mülke” indirgeyen sadece muhafazakarlık mıdır? Kadını medyada seks objesi, -eğer çalışabilirse- iş yerinde liyakatını, potansiyelini, eğitimini nihayetinde onurunu önemsemeden ya bir “estetik süs nesnesi” ya da yine seks objesi haline getiren koşullar, kadına “tüketim nesnesi” olarak sunulan endüstriyel ürünlerin kadını bir “tüketim nesnesine” dönüştürmesi mevcut durumda pay sahibi değil midir? Sürekli son 12 yıla yapılan vurgu haklıdır; AKP hem neoliberal bir yaklaşım ile kapitalizasyon sürecini inanılmaz hızlandırmış, hem de bunu oldukça uç bir dini/feodal sosla süslemiştir. Dolayısıyla kadınlar için içinden çıkılamaz bir dünya yaratılmıştır.

Sistemi Beslemek mi Yok Etmek mi?

İkinci başlığa da kısaca değinirsek, sivil toplumcu bir mantığa denk düşen “farkındalık” üzerine yoğunlaşan çalışmalar. Basit bir araştırma ya da öngörüyle anlaşılabilir ki, farkındalık yaratmak üzerinden yürüyen çalışmalar, çalışmayı yapanın iradesinden bağımsız tam tersi bir algıyı da oluşturmakta. Örneğin uyuşturucu madde kullanımına yönelik yapılan bir çalışma, madde kullanımını azaltmaktan ziyade, artması yönünde de bir farkındalık yaratıyor. Tespiti neden–sonuç ilişkisi kurmadan, idealist, metafizik ve kolaycı bir mantıkla yaptığınızda, tedaviniz de bu sınırlar içerisinde kalıp kısırlaşmaya mahkum oluyor.
Kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz politiktir, siyasaldır. Önüne geçmenin, ortadan kaldırmanın yolu, mevcut siyasal yapıyı tüm elementleriyle paramparça edip, yerine yeni bir şey kurmaktan geçiyor. Sistemin yarattığı bir sorunu, sistemin aparatlarıyla çözmeye çalışmak, sistemi beslemekten ve devamlılığını sağlamaktan başka bir sonuç üretmeyecek.
 
Özgecan Aslan’ın anısına, saygıyla…yazisonuikonu                                                                                                                  @Serwan_Hameran | www.hameran.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder