Meselenin “özünün” bir şekilde süratle gözden kaçırılması, tartışılacak enerjiyi alakasız ve bağlamından kopuk başka mecralara çekmek, geniş kitlelerde yaratılan bu ruh hali ihtimaldir ki “devletin baskı aygıtlarından” dahi daha işlevsel hale gelebiliyor.
Provokasyon, terörist, iç mihraklar, dış mihraklar… söylemleri ve medyanın genel algı oluşturma yöntemleri üzerinde durmakta fayda var.
Bir toplumsal hareketlilik halinde, medyada / sosyal medyada hızlı bir şekilde yayılan “Provokasyon!” ve “Teröristler!” nidalarının alt metni şu:
Aslında ortada isyan edilecek herhangi bir şey yok, iç ya da dış bir takım mihrakların “oyuncağı” haline gelmiş provokatörler ve teröristler var, bunlar “doğuştan kötü” insanlar, masum halkımızı kirli amellerine alet ediyorlar!
Meselenin “özünün” bir şekilde süratle gözden kaçırılması, tartışılacak enerjiyi alakasız ve bağlamından kopuk başka mecralara çekmek, geniş kitlelerde yaratılan bu ruh hali ihtimaldir ki “devletin baskı aygıtlarından” dahi daha işlevsel hale gelebiliyor.
Mc Carthy ruhu
Farklı olanı vurgula ve düşmanlaştır
Sanıyoruz bu tip söylemleri “Mc Carthycilik” ile bağdaştırabiliriz. Mc Carthy ismi, soğuk savaş döneminde yoğun, yoğun olduğu kadar da vasıfsız bir anti komünist propaganda ile özdeşleştiriliyor. Tabii ki dönemsel olarak “düşman” değişiyor fakat söylem / yöntem değişmiyor. Söylenebilecek büyük ve vasıfsız bir yalanla toplumun “en geri bıraktırılmış” kesimini kapsamak, “bel altı vurulacak” kişinin / grubun, toplumun geneli nezdinde ayırt edici bir özelliği (toplumdan topluma fark gösterebilir, siyah olabilir, eşcinsel olabilir, komünist olabilir, Kürt, Roman ya da Alevi olabilir) seçilip sürekli o özelliğin vurgulanması, olayın “özünün” gözden kaçırılması, temel esası oluyor.
Türkiye’de 1960’larda Süleyman Demirel’in şapka hikâyesi (komünist bir kişi evine gittiğinde eğer kapıda asılı bir şapka görürse eve girmiyor, çünkü karısı başka bir adamla yatıyor oluyor, komünistimiz “rahatsızlık” vermek istemiyor); “Bu kış komünizm yüzünden çok soğuk geçecek” minvalinde gazete başlıkları (soğuk hava dalgası Bulgaristan’dan gelecek, Bulgaristan komünist) iki şahane örnek.
“Bebeğim zenci değil!”
ABD’li sinema oyuncusu ’in başına gelenler trajiktir. Jean Seberg sadece “sanatını icra eden, etliye sütlüye karışmayan” bir oyuncu değildir, ABD’de faaliyet gösteren siyah örgüt Kara Panterler Partisi’ne de destek vermektedir.
Seberg, yazar Carlos Fuentes ile birlikteliğinden hamile kalır. FBI bebeğin Carlos Fuentes’ten olduğunu bilmektedir fakat “bir zenciden” olduğu haberini yaygınlaştırır. Jean Seberg baskıdan dolayı düşük yapar, bebeğin “beyaz ve cansız” bedeni ile bir basın toplantısı düzenlemek zorunda kalır. Böylece bebeğin “bir zenciden” olmadığını ispatlamış olacaktır.
ABD’de Wikileaks davasında ordudan belge sızdıran er Bradley Manning’in eşcinsel kimliği üzerinden kurulan yoğun baskı, olayın “ibne = vatan haini” denklemine sıkıştırılması da iyi bir örnek. ABD’nin “çirkin” yüzünden ziyade Manning’in eşcinselliği tartışılır hale gelmiş durumda.
Meseleyi özünden uzaklaştır ki yalan hüküm sürsün
Türkiye’de 1990’lara gelindiğindeyse, yöntem baki kalmak şartıyla, söylem değişiyor. “Bir terör örgütü”ne düzenlenen operasyon neticesinde evdeki tüm militanlar “ölü ele geçirilir”, evden kasa kasa viski ve havyar çıkartılır. Verilen mesaj açıktır: “Yoksullar için mücadele ettiklerini söylüyorlar fakat evden bir takım zenginlik alametleri çıkıyor!”
Bu basit, basit olduğu kadar da vasıfsız mantık öylesine yerleşmiştir ki, geçmişinde birkülliyat bırakmış devrimci ideolojinin tek bir satırına hâkim olmayan bir kitle için “devrimci turnusolü” haline gelmiştir (bkz; son 1 Mayıs’ta eylemcinin New Balance ayakkabı giymesi örneği ve verilen tepkiler).
Yakın tarihli CHP Ankara milletvekili Aylin Nazlıaka’nın “Ayakkabımı kafanıza fırlatmak istiyorum” çıkışı; ona cevaben AKP Van milletvekili Gülşen Orhan’ın “O çok pahalı ayakkabısını…” hitabı; Aylin Nazlıaka’nın meselenin “özünü” değil de, ayakkabının indirimden alınmış olduğunu vurgulamak zorunda kalması gibi örnekler “sonsuzca” çoğaltılabilir.
Haziran Ayaklanması esnasında “camiye ayakkabıyla girip içki içtiler”, Kabataş’ta “başörtülü bacımıza saldırdılar” gibi söylemlerin tahmin edilenden daha işlevsel olduğu kesin. Azımsanmayacak bir insan topluluğu Gezi günlerinde “biz Kürtlerin başına geleni bu medyadan mı izledik?” derken, “devrimci dalga” dindiğinde insanlar “geldikleri yere” dönüyor. Başka bir dalgada –iktidarın ihtiyacına göre– şoven / gerici propagandanın etkisi kendisini daha bariz hissettiriyor.
Oysa medya aynı medya, devlet aynı devlet. Marx’ın ünlü lafzı her yaraya merhem;“Görünen gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı.” 

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder