Hayat her zaman akademik çalışmalardan, soyut şemalardan,
“öteki” vb. gibi moda terimlerden hızlı akar. Ama Lenin buna rağmen “Devrimci
teori olmadan devrimci pratik olmaz” diye vurgular. Burada devrimci teori
enternasyonal ve ulusal anlamda tüm pratiğin özetlenmesinden başka bir şey
değildir. 1970’lü yıllarda, ezilen üç kıtada kurtuluş mücadeleleri tüm
şiddetiyle sürerken, sokaklarda “İki, Üç Daha Fazla Vietnam” sloganları
yankılanırdı. Che’nin deyişiyle, Vietnam çok yalnızdı; ABD ordularını çok
cephede bölmeliydi. Slogana Türkiye’de “Ho Şi Minh” adını da ekledik.
Aydınlar enformasyonla çalışırmış! Yeni sosyal bilimler
böyle söylüyor. Enformasyon akışı yanlışsa yapacak bir şey yok! Aslında çeyrek
yüzyılın bütün kapitalist teorilerinin Türkiye’de özeti çok basit: “Siyasi
demokrasi için eskiden sol Kemalizm, sosyal-demokrasi gibi akımlarla ittifak
kurabilirdi. Aslında siyasal İslamla ittifak kurulmalı, siyasi İslam
desteklenmeli; ABD-İngiltere bloğu ve NATO hakimiyeti sarsılmamalı!” Neredeyse
hiçbir ciddi ideolojik mücadele verilmeden, bütün bu çizgi Gezi’de halkın
kendiliğinden direnişiyle kırıldı. Daha öncesinden Tekel direnişi, işçi
sınıfının ölmediğini göstermişti.
Tersanelerde, kot kumlama atölyelerinde, mevsimlik işçi
merkezlerinde, Zonguldak ve Soma kömür madenlerinde yaşananlar, “Elveda
proletarya” diyenlerin, kapitalizmin kesin zaferini ilan edenlerin her zamanki
gibi çok acele ettiklerini gösterdi. Kölelik koşullarında, sendikasız, sosyal
güvencesiz çalışmanın ne kadar yaygın olduğu ortaya çıktı. Madenlerde ağır
sömürü, kazalarla herkesin kafasına dank etti. Bütün fütürist, hayali, ütopik
“yaşam tarzı sosyalizmleri”nin 19. Yüzyıl ütopik sosyalizmlerinden hiçbir farkı
olmadığı görüldü. En ağır mutlak artı-değer sömürüsünün zorlandığı her yerde
kitlesel ölümler hepimize bütün çelişkiler (sınıfsal, ulusal, cinsel, dini,
vb.) içinde temel çelişkinin emek-sermeye çelişkisi olduğunu gösterdi.
Yaklaşık on yıldır kafamıza vurulan her “teori” palavra
çıktı. Bu kadar ağır emek sömürüsü ve ilkel kapitalizmle uluslararası
kapitalist sistemle bütünleşmeye çalışan bir ülkede, “İslami siyasi demokrasi” dünyada
eşine çok rastladığımız sıradan faşizmlerden, kaba doğrudan diktatörlüklerden
başka bir üst yapı yaratmaz. Çünkü bu ilkel emek sömürüsü işçi sınıfı,
çalışanlar, yoksul köylülük ve tüm emekçilerin (hizmet sektörü dâhil)
örgütlenme ve ifade özgürlüklerinin boğulması üzerine kuruludur. Rastlantıya bakın ki, Soma kazası hâlâ Güney
Afrika’da madenlerde grevler, huzursuzluklar sürerken geldi. Orada Afrika
Ulusal Kongresi’nin (Güney Afrika Komünist Partisi’nin deyişiyle) Milli
Demokratik Devrimi yerinde çakılı kaldı. Ülkenin zengin maden yataklarının
mülkiyetine ANC’nin bazı liderleri ve kabile şefleri ortak oldu. Tekelci sermaye
egemenliğini pekiştirirken, madenlerin önünde kurşuna dizilen işçilere ateş
eden polislerin arasına siyah polisler eklendi. Oysa Mandela Afrika ulusal
kurtuluş hareketlerinin simge ismi, devrimin baş kahramanıydı. Güney Afrika’nın
siyasi devrimi de ekonomik ve sosyal devrimlerle tamamlanmadı. “Zamanın ruhu”na
uygun olarak, ANC de kapitalist olmayan yoldan değil, bizzat kapitalist yoldan,
siyah bir burjuvazi yaratıp uluslararası kapitalizmle bütünleşme yolunda epey
mesafe aldı. Şu anda Afrika madenleri uluslararası kapitalist sistemin can
damarları gibi çalışıyor: Petrol, altın, gümüş, tantal çocuk ve köle emeği
ağırlıklı tam neo-liberal emek sömürüsüyle dünya metropollerine akıyor.
Afrika’da yaşanan sömürgeci vahşetin tek açıklaması budur.
Ezilen halkları sosyalizme götüren bir kesintisiz devrim
dışında kurtuluş olmayacağı, kurtuluşun işçi sınıfından geleceği gerçeğini bir
kez daha görüyoruz. Kapitalist üretim tarzı temelinde emek sömürüsü durdukça,
yeraltına da uzanan kapitalist “altyapı”dan sadece yeni Zonguldaklar, yeni
Somalardan başka bir şey çıkmayacağın anlamak için daha kaç bin emekçinin ucuz
emek “cennetler”inde mahvolması gerekecek? Kimse timsah gözyaşları dökmesin.
Kimse bu ilkel, barbar burjuvaziden medet ummasın. Bazen susmak da erdemdir!
Çeyrek yüzyıldır, kapitalizmin uygarlığı derslerini dinledik. “O anlamda, bu
bağlamda; şu süreçte, bu aşamada” laflarından bıktık. Çeyrek yüzyıldır, neo-liberal politikanın
orasını burasını ambalajlayıp güzelleştirme çabalarının artık sonuna geldiniz.
Şimdi eski tarih ciltlerinden kafanızı kaldırıp madenlere yığılan ucuz
emek-gücünü, işsiz ordusunu görün! Şimdi Türkiye kapitalizminin ambalajlayıp
topluma sunduğunuz şirinliklerinin hayali olduğunu anlayın. Evet, umut etmek
güzeldir. “Demokrasi” umut etmek, “Türk ihvanı”ndan da olsa demokrasi beklemek
tabii ki her aydının “hakkı!” Ama artık umutlarınız başka bahara kaldı.
Zonguldak ve Soma’da yeraltında kül olan 500’den fazla emekçinin hatırı için
yeni bir paradigma düşünmeye başlayın.
Sonsöz yerine:
Bize sürekli eski solcular meselesini soranlara kısa bir
cevap olsun. Uzun-kısa mahpusluklardan sonra tüm kardeşlerimiz elbette kendi
“sınıf”larına döndüler. Hiç kimse kamu hizmetlerine girmeyeceğine göre, mülteci
olmayanlar ya kendileri küçük işletmeler kurdular; kendi başlarına çalıştılar
ya da kafa ve kol emekçileri haline geldiler. Küçük işletmelerde emek-gücü
kiralayanların, küçük ya da orta ölçekli işletmelerde patronluk yapanların
düşünceleri süreç içinde değişti. Ruhları “emek”ten yana olmaya çalışsa bile
bedenleri denklemin sermaye tarafında kaldı. Bu kişilerin yeni siyasal
ideolojileri (sosyal-demokrasi, milliyetçilik, vb.) burada hiç önem taşımıyor.
Bu durum hiç kimsenin kendi seçimi değildi. Fakat 1990’lı yıllardan başlayarak
SHP, YDH gibi yapılarda yer almak insanların kendi seçimiydi. Şimdi iktidara
toz kondurmamak için çaba harcarken, genelde ABD-İngiltere hegemonyasına
koşulsuz destek verirken, Mao’nun deyimiyle “mızrağın sivri ucu”nu geçmişin
hayaletlerine doğrultanlar da aynı durumdalar!
Ali ÇAKIROĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder