15 Mayıs 2012 Salı

Felsefe, Diyalektik, Materyalizm (4): Tarih, Tanıdığımız Tek Bilim


(Bu yazı dizisinin, felsefenin bir sosyalist için ne anlama geldiğini tartıştığımız  ilk yazısı, felsefe tarihine önce Hegel, sonra Marx ve Engels’in yaptıkları önemli müdahaleyi tartıştığımız ikinci yazı ve diyalektik ve metafizik arasındaki karşıtlığı incelediğimiz üçüncü yazıdan sonra diyalektik materyalizmin tarihe bakışını, yani tarihsel materyalizmi tartışacağız.)
Biz bir tek bilim tanıyoruz, o da tarih bilimidir,” der Marx ve EngelsAlman İdeolojisi’nde bir pasajda. Bu kısmın üstünün elyazmasında çizilmiş olması, yazarların fikirlerinde değil metnin organizasyonundaki bir değişikliğe atfedilebilir. Bu önemli pasaj şöyle devam eder:


Tarih iki yönden incelenebilir. Tarihi, doğa tarihi ve insanlar tarihi diye ikiye ayırabiliriz. Bununla birlikte, bu iki yön birbirinden ayrılmazlar; insanlar varoldukça, insanlar tarihi ve doğanın tarihi karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırırlar. . . .  gerçekte, hemen hemen her ideoloji ya bu tarihe değin yanlış bir anlayışa indirgenir ya da bu anlayışı büsbütün bir yana bırakmak gibi bir tutuma varır. İdeolojinin kendisi de zaten bu tarihin görünümlerinden biridir ancak.”
Kendilerinden önceki idealist ideolojilerden tam bir kopuş gerçekleştiren Marx ve Engels’in düşüncelerinin ekseninde yer alan öncül, toplum başta olmak üzere hiçbir görüngünün tarihdışı olarak anlaşılamayacağıdır. Tarihe ve topluma yönelik bu paradigma değişimi öylesine önemlidir ki, Fransız görüngübilimci felsefeci Merleau-Ponty, bir yerde şöyle demiştir:
“Marksizm, yarın ya da öbürsü gün yerini bir başka hipoteze bırakacak bir hipotez değildir. Marksizm bir tarih felsefesi değil, tarih felsefesi[nin kendisi]dir ve onu mahkum etmek tarihte Aklın mezarını kazmaktır. Ondan  sonra ne rüyalara ne de maceralara yer yoktur.” (Hümanizm ve Terör)
Düşünce tarihinde “tarihe yöneliş” elbette Marx ve Engels’le başlamadı. Bu yönelişin en önemli ismi, Hegel’dir. Hegel’den ve Aydınlanma’dan önce tarihsel düşünüş  temelde teolojiktir. Bütün evren gibi tarih de Tanrı’nın iradesinin bir yansımasından başka bir şey değildir ve insanın başına gelenler, örneğin, bir “ilk günah”a atfedilir. Marx’ın tarifiyle, “tanrıbilimci, kötülüğün kökenini ilk günah ile açıklar, yani açıklaması gereken şeyi, tarihsel biçim altında, bir neden olarak görür.” (1844 Elyazmaları)
Buna göre, Leibniz’in Theodise’si tarihteki trajedilerin nasıl iyiliksever bir Tanrı’nın kutlu iradesinden ötürü olduğunu tanıtlamaya çalışır; olası dünyaların en iyisinde yaşadığımızı, çünkü tanrının iyi olduğunu varsayan Leibniz felsefesine uygun bir çıkarsamadır bu.
Aydınlanma düşünürleri gerçi tarihin dinsel yorumuna karşı çıktılar ancak teolojinin yerine teleolojiyi getirdiler. ‘İlerlemeci’ olarak adlandırılan ve Condorcet, Montesquieu gibi düşünürlerde ifadesini bulan bu yaklaşıma göre,insanlık ve tarih bir dizi aşamadan geçerek daha iyi bir noktaya doğru ilerler. Farklı uygarlıkların benzer aşamalardan geçmesi, Vico’da en veciz ifadesini bulan bir yaklaşıma göre, insan doğasının tarih boyunca sabitkalmasındandır.
Tüm bu geleneğin üzerinde yükselen Hegel’e göre ise “Mesele, insanlığın nihai amacıdır, tinin dünyada üzerine yerleştiği amaç.” Tarih Hegel’e göre belirli bir noktaya, “insan özgürlüğünün gerçekleşmesi”ne doğru ilerleyen anlaşılır bir süreçtir. Tin kendini açarken tarih ilerler; adına tarih denen bu süreçte tin kendini ve kendi kavramını keşfeder.
Hegel, bir anlamda, teolojinin yerine teleolojiyi koyan Aydınlanma düşünürlerinin izinden gider, ancak “telos”u yalnızca tarih felsefesinin değil bütün sisteminin temeline koyar. Tarih bir akla göre bir hedefe doğru ilerler, ancak tarihin ilerleyişini belirleyen akıl ancak tarihin sonunda anlaşılabilir, zira “Minerva’nın Baykuşu kanatlarını ancak alacakaranlıkta açar.”
Marx ve Engels, felsefelerinin genelinde olduğu gibi tarih anlayışlarında da ustaları Hegel’den temel bir kopuşgösterirler.
  • Hegel’de tarihin “motor”u kendini açımlayan Tin’dir.
  • Marx ve Engel’te ise bu motor insanlar  arasındaki maddi ilişkilerdir.
Yani, Engels’in (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm’de açıkladığı üzere) “fikrin kendisinin diyalektiği, gerçek dünyanın diyalektik hareketinin yalnızca basit bir bilinçli yansısı”dır  Komünist Manifesto’nun ünlü giriş cümlesi tam da bunu söyler: “Şimdiye kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.” (Komünist Manifesto)
Engels, bu çizgiyi, yani ‘tarihsel materyalizm’i önemli bütün tarihsel olayların sonal nedenini ve büyük itici gücünü, toplumun ekonomik gelişiminde; üretim ve değişim tarzlarındaki dönüşümlerde; ve bunların ardından toplumun farklı sınıflara bölünmesinde; ve bu sınıfların birbirlerine karşı savaşımlarında arayan görüş olarak tarif eder. Bu görüşe göre, insanlık tarihi “anlamsız şiddet eylemlerinin yabancıl bir burgacı” olarak değil, “insanoğlunun kendi evrim süreci olarak” görünür ve Hegel “tarih sorunu”nu çözememişse de bu sorunu ortaya koymasıyla tarihte önemli bir çığır açmıştır (age, s.74-75). Hegel sisteminin asıl çelişkisi, bir yandan insan tarihini bir evrim süreci olarak görürken diğer yandan bu sürecin, yani tarihin bir sonu olduğunu söylüyordu.
Oysa, Engels’in dediği gibi, “Her şeyi kapsayan ve her zaman için kesin (son) olarak bir doğal ve tarihsel bilgi sistemi, diyalektik düşünmenin temel yasasına aykırıdır.”
Çünkü hiçbir bilgi sonsuzun bilgisi olamaz ve ne evren sonludur ne de tarih.
Düzeltelim:
Belki bir gün insan soyu evrenden silinirse “tarihin sonu”nun geldiği söylenebilir. Ama bu sona eren, hâlâ dar anlamda, yani insanların yaşadıkları ve yaşadıklarının öyküsü anlamında ‘tarih’in sonu olacaktır. Marx ve Engels’in “doğanın tarihi” dedikleri şey, ilerlemeye devam edecektir.
Bize tarihin sonunun geldiğini söyleyenler, aslında bir analizi değil bir dileği dile getiriyorlardı: “Kapitalizm sonsuza dek yaşasın!”
Biz bu çanak yalayıcı düzen âşıklarının dileğini kursaklarında bıraktığımızda, riyakârlıklarına verdikleri analizsüsünden de eser kalmayacak. Ve işte o zaman, ustaların dediği gibi, insanlığın gerçek tarihi başlayacak.
Barış Yıldırım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder